Sigmund  Freud kadar üzerinde tartışılan, eleştirilen, yada savunulan, biyografisi ile yapıtları arasında bağlantı kurulan başka bir düşünür göstermek kolay değildir. Freud’ un yaşam öyküsüne olan ilgi, bilim tarihine yönelik ilgiden kaynaklanır. Freud’ daki düşünsel arka planı ve onun belli bir bilimsel gelenekten nasıl çıkıp geldiğini araştırır, ayrıca düşünce tarihindeki kökenini açıklığa kavuşturur, öğretisinin ‘gökten düşmediğini ve yerden fışkırmadığını’ söyleyen Freud’ un bu sözünü doğrular.

Freud yaşamöyküsel ilgiye prensip olarak haklı gözüyle bakar. Bir yapıtla onu yaratanın ruh yapısı arasında sıkı bir ilişkinin varlığını savunmakla kalmamış, bilindiği gibi birçok kez bazen ayrıntılı incelemelere başvurarak söz konusu ilişkiyi somut kişiler üzerinde araştırmıştır. Freud yaşamöyküsünden özellikle iki şey bekler: Bir yaşamöyküsel deneme gerçekten insanın ruh yaşamını anlamak gibi bir amaç güdüyorsa, o kişinin cinsel özelliklerini suskunlukla geçiştirmemelidir. Freud un yaşamöyküsünden yerine getirmesini istediği ikinci koşul ise ilgili kişinin, yaşamöykücüler tarafından genellikle bayağı görülüp bir kenara itilen yaşamsal dışa vurumlarına yönelme gerekliliğidir.

Ama adı geçen iki koşul gerçekleştirilebilse de ele alınan kişinin yaşamöyküsel yoldan anlaşılabileceğine temelde kuşkuyla bakar; çünkü ikide bir saptadığına göre yaşamöykücüler  çok tuhaf bir biçimde kahramanlarına bağlanmış durumdadır. Kahramanlarını inceleme konusu seçmelerinin sık karşılaşılan nedeni, onlara kendi duygusal yaşamlarından kaynaklanan özel bir yakınlık göstermeleridir. Kahramanlarını idealize etmeye yönelik bir çalışmayı sürdürür, bu çalışmayla üzerine eğildikleri büyük insanı kendi çocukluklarında örnek aldıkları kişilerin arasına katmaya uğraşır;  diyelim ‘çocuksal baba’  tasarımını ilgili kişi üzerinde yeniden diriltmeye bakarlar.

Yaşamöyküsel denemelere karşı Freud’un güvensizliği, şahsı söz konusu olunca saldırgan bir yadsımayla kendini belli etmiştir. Özel yaşamının mahremiyetini savunarak, iç dünyasından ne kadarının açıklanacağı konusuna yalnız kendisinin karar verebileceği üzerinde inatla diretmiş, rahat bırakılma isteğini yineleyip durmuştur.

Kuşkusuz ki kendisini bu tutuma iten başlıca neden, kişisel kaynaklarını ele vermesi durumunda, psikanaliz kuramlarının bilimsel niteliğini yadsımak isteyen düşmanlarının tutumlarını tasa etmesidir.

Freud yaşamında birçok kez mektuplarının manuskrilerinin ve kitap özetlerinin büyük bölümünü yok etmiştir. Bu yok edişlerden ilki 1885’ de nişanına rastlar. Bu konuda bir mektubunda şöyle der: Sfenks in çevresinde kumların oluşturduğu yığınlar gibi kuşatıyorlar insanı, o bir sürü kağıt ortasında çok geçmeden burun deliklerimden başka görünen bir yerim kalmayacak;  bu eski kağıtların ileride kimlerin eline geçeceğinden tasa etmeksizin ne yaşayabilir, ne de ölebilirim….

Bundan 25 yıl sonra oturulan konuttaki mekan düzenlenmesinde başvurulan bir değişiklik nedeniyle, ikinci bir belge yok etme olayıyla karşılaşırız. Ne var ki 1938’ de başvurulan üçüncü bir girişim, Freud’ un kendi isteğiyle değil, bir dış göç öncesindeki hazırlıkların baskısı altında yapılmıştır.

Belgeleri imha etmek dışında Freud un kendini gizlemede başvurduğu bir başka taktik de kişisel bildirim ve görüşlerini ya anonim (isim açıklanmadan),  yada  hayali kişilerin ağzından dile getirmek yada alıntılarla açığa  vurmaktan oluşmaktaydı.

Freud Psikanalizin tarihçesini iki döneme ayırıyordu. Birinci dönem kendisinin yalnız olup bütün işi tek başına yürüttüğü dönem ve 1905-1907 yıllarına kadar olan bir süreyi kapsar, İkinci dönem ise öğrenci ve çalışma arkadaşlarının psikanalize katkılarının başladığı ve giderek daha büyük bir önem kazandığı süreyi kapsar.  Bu sunumda, Freud’un doğumundan itibaren bütün işi tek başına yürüttüğü Psikanalizin birinci dönemi ele alınacaktır.

FREUD’UN HAYATI

Sigmund Freud, 6 Mayıs 1856’ da yeni evli,  Jacob ve Amelia Nathanson Freud çiftinin ilk çocuğu olarak, Viyana’nın iki yüz – iki yüz elli kilometre kuzeyinde,   (günümüzde Çek Cumhuriyeti sınırları içinde Pribor adıyla bilinen) Moravia’nın Freiberg kasabasında dünyaya geldi. Freiberg’in o zamanki 4500 sakininden sadece 130’u Freudlar gibi Yahudiydi; yine onlara eşit sayıda Protestan vardı. Kasabanın geri kalanı yaklaşık 4000 kişi Katolik Çeklerden oluşuyordu. Yeni doğan bebeğe Sigismund Scholomo adı verildi. Sigismund, Sieg yani zafer kelimesinden gelen Almanca bir isimdi. Scholomo (Solomon) Jacob’un yeni vefat eden babası anısına verilmiş İbranice bir isimdi. Bu iki isim geleneksel Yahudi yaşam tarzı ve on dokuzuncu yüzyılda Yahudilerin önünde yeni açılmaya başlayan özgürleşme ve asimilasyon yolu arasında kalmış olan Jacop ve ailesinin tarihi ve kültürel ortamını yansıtıyordu.

Baba Jacob, hayatı boyunca satıcı ve tüccar olarak çalıştı. Seyahatlerinin birinde Freiberg’ e gitti . Ve 1852’ de kasabaya temelli yerleşti. Çok genç yaşta evlendiği Sally Kanner, Freiberg e taşınmadan Tysmenitz de öldü. İlk evliliğinden olma 2 oğlu_Emanuel ve Philipp_ babalarıyla birlikte çalışmak üzere Freiberg’ e onun yanına geldiler.

  1. yüzyıl ilerledikçe Yahudi ayrımcılığı azaldı. Aydınlanmanın doğuşu-bilhassa Almanyada- dini hoşgörüyü arttırdı. Freud’ un hayatının büyük bölümünde Avusturya-Macaristan İmparatoru olan Franz Joseph, 1849 da Avusturya Yahudilerinin bütün haklardan yararlanmasına imkan sağladı. Jacob yün tüccarı olarak Freiberg’ e yerleştiğinde bu yeni özgürlüklerden yararlanabiliyordu. Tabi eski önyargılar ortadan kaybolmamıştı. Jacop her yıl işini sürdürebilmek için yetkililerden izin almalıydı.

Jacob ve Amalia Natshanson, evlendiklerinde, Jacob 40,  Amalia 20 yaşındaydı. Jacob, sarışın biriydi. Torunu Martin’in anlattıklarına göre uzun boylu geniş omuzluydu. Amalia,  Jacob’ la Viyana’da tanışmıştı, onun da ailesi tüccardı. İnce esmer çekici bir genç kızdı. Son derece canlıydı ve güçlü bir karaktere sahipti.

Sigismund Scholomo Freud, çocukluğu boyunca Sigi diye çağrıldı. 70 yaşına geldiğinde bile annesi ona böyle hitap ederdi. Kendisi ergenliğinde Sigismund ismini kullanmış, üniversiteye  geldiğinde (17yaşında) Sigmund olarak kısaltmıştı. Aile çok geçmeden 2 bebek sahibi daha oldu. Jacob’un geliri (bir çek ailesine ait olan binadaki demirci dükkanının üzerindeki) bir odanın kirasına ancak yetiyordu. Viyana’ya taşındıktan sonra da birkaç yıl devam eden bu durum, küçük Sigi’ yi anababasının hayatının mahrem ayrıntılarına maruz bırakıyordu. O zamanlar bebekler evde doğar ve onlara karı kocanın yatağında bakılırdı. Tabii aynı zamanda evde ölürlerdi.

Freud’un ilk oyun arkadaşları babasının ilk evliliğinden olma Emanuel’ in oğlu John ki Freud’ dan bir yaş büyüktü, diğeri de kızı Pauline, 7 ay küçüktü.

Aile işinde tüm üyeler çalıştığı için Freud bir dadıya bırakılıyordu. Bu Çek kadın Amalia’nın yokluğunda önemli bir ikame anne işlevi görüyordu. Aralarında yakın ve sevgi dolu bir ilişki vardı.

Jacob, Freud doğmadan önce  ilk karısını ve oğlu doğmadan 6 ay önce de babasını kaybetti. Bu kayıplar Freud’ un doğumundan sonra da sürdü. Freud dan 11 ay sonra doğan erkek kardeşi Julius, yaklaşık 6-8 aylıkken bağırsak iltihabından öldü. Ardından annesi tüberküloz nedeniyle sanatoryumda tedavi için evden uzak kaldı.  Julius ismi Freud’un annesi Amelia’nın Julius doğmadan bir ay önce veremden ölen erkek kardeşinin ismiydi. Freud’ un iki yaşına kadar yaşadığı kayıplar annesini kaybetme ve ölüme dair uzun vadeli korkular duymasına neden olmuştur.

Freud 10 yaşına gelmeden önce 6 kardeşi daha doğmuştur. Çocukluğu boyunca annesi hamile kalmış, annesini hep yeni gelen bebeklere kaybetmişti.  Annesi 2. Bebeğinin kaybı ve ardı ardına gelen bebekler nedeniyle Küçük Freud’ a az zaman ayırabiliyordu. Aynı yıllarda Freud a bakan dadı da evde yaptığı küçük bir hırsızlık sonucu işinden kovuldu. Dadısı aniden hayatından çıktığında, Freud 2.5 yaşındaydı ve annesi kız kardeşi Anna’ yı yeni doğurmuştu. Tüm bu yaşantılar ’ben kime aidim’ duygusunu geliştirmişti ve onu yalnızlığa itmişti. Kendisini terk edilmiş çocuk olarak görmüş, olasılıkla erken dönem çocukluk depresyonu geçirmişti.

Bu kayıpların hemen ardından Jacop Freud iflas etti. Ve çekirdek ailesi ile Almanya’ya Leipzig’ e taşındı. Freud’ un üvey ağabeyleri de İngiltere’ye gittiler. Freud bu döneme ait yaptığı ender göndermelerden birinde ‘bütün varlığımı etkileyen önemli bir felaketti’ tanımını kullanmıştır. Jacop yeni bir iş kurmayı başaramadığından bu sefer aile bir yıl sonra Amalia’nın ailesinin yaşadığı Viyana’ya gidip oraya temelli yerleşti. Freiberg’den ayrılırlarken, 3.5 yaşındaki Freud’ da trenle seyahat etme korkusu ilk olarak baş gösterdi. Özgül bir fobiydi bu, trenin onu almadan kalkacağından, istasyonda unutulacağından, tıpkı bir sene önce dadısını kaybettiği gibi annesiyle babasını da kaybedeceğinden korkuyordu. Seyahat fobisi yıllarca sürdü.

Çocukluğunun sonraki bölümü, Viyana’ nın Yahudi gettoso’ndaki küçük mahallelerde geçti. Viyana’ ya bir türlü alışamadı, sıklıkla doğduğu yer olan Frieberg’ i özledi.

12 yaşına geldiğinde babası onu elinden tutarak birlikte yürüyüşlere ve küçük gezintilere çıkartmaya başladı. Bu alışkanlık, sonraki öğrencilik yıllarında uzun yürüyüşlere dönüştü. Yaşamı boyunca, bu tür gezileri, yalnız başına düşünme yürüyüşlerini, babasını da anımsayıp, sevmiştir.

Küçük Sigmund’ a okumayı ana babası öğretmişti. Zekasının vaktinden önce geliştiği de çok geçmeden fark edilmişti. Biyografisini yazan Ernest Jones Freud’ un çocukluğunu şöyle tarif ediyor, ‘Görünüşe göre hayatının büyük bölümünü okumak ve çalışmak dolduruyordu’

Jacob, zeki oğluna huşuyla yaklaşıyor, Amalia ise ondan ‘Altın Sigi’ diye söz ediyordu. İkisi  de ilk çocuklarının kazanacağı başarılarla ailenin çektiği zorlukları ve verdiği mücadeleyi telafi edeceğini düşünüyorlardı.

Freud babasından söz ederken, gücünü ve sevecenliğini vurgulamış, kusurlarından hiç bahsetmemiştir. Baba-oğul arasında genellikle özenli ve destekleyici bir ilişki vardı. Ancak aynı zamanda baba oğul rollerinde çarpıcı bir değiştokuş da göze çarpıyordu, Freud büyük işler başaracak, erkenden yetişkinleşmiş bir çocuk, Jacob ise yıllar geçtikçe çocuklaşıp çaresizleşen bir adamdı. Freud babasını Charles Dickens’ın Bay Micawberin’e benzetirdi, hayatın silleleri karşısında hep bir çıkar yol bulunacağına inanan o iflah olmaz iyimsere. Aslında beceriksizliği aile için ciddi bir yüktü. Freud yetmişlerinde ‘Uygarlığın Huzursuzluğunda’ ‘Çocuklukta bir babanın himayesine duyulan ihtiyaçtan daha kuvvetlisini düşünemiyorum’ diye yazmıştı. Küçük yaşlardan itibaren güçlü ve baskın erkek figürlerle– Hannibal, Oedipus, Büyük İskender, Napolyon, Musa_ özdeşim kurdu. Bu örüntü hayatı boyunca da sürdü.

Jakob Freud, ‘yeteri kadar otoriter bir kişilik olmaması’ nedeniyle oğlu üzerinde etkili olmuştur. Oğul babaya karşı kolayına düşman olamadığı için, karşı tavır almakta zorlanmıştır.  Jacob, oğlunu iki kültür arasında bırakmıştır. Freud ve diğer Alman Yahudi aydınlarının babalarıyla olan sorunlarının temelinde, ailenin iki kültür arasında kalması gerçeği önemli bir yer tutmuştur. Babası onu bir Yahudi çocuğu olarak dünyaya getirmiş, ama onun Yahudi kimliğini özümsemesine olanak vermemiştir. Babası liberalleşmiş, Alman kültürünü içinde özümsemeye başlamıştır. Bu iki kültür arasında kalış oğulların baba ile sürdürdüğü sevgi/öfke çelişik duygularına da yansımıştır.

Freud çocukluğundan beri bir kimlik ve varoluş krizi yaşar. Bu durum onun çelişkilerle dolu melankolik dünyasının da temelini oluşturur. Gerçek ben ile ideal ben çatışması yaşamı boyunca etkisini göstermiştir.

Sigmund’un annesi  Amelia, Freud’un oğlu Martin tarafından şöyle tanımlanmıştır. Çelik iradeli bir kadın, saldırgan, başkalarının hislerine duyarsız, kendi bildiğini okuyan biri.  Amelia otoritesini özellikle kızlarına yöneltmişti. Kendisi, erkeklere kadınlardan fazla değer verir, oğullarını özellikle ilk oğlunu kayırırdı. Onun başarısıyla ilişkili olmaktan güç alırdı.

Sigmund annesiyle olan ilişkisinde dışarıdan bakıldığında vazifeşinas bir duruş almıştı, hisleriniyse gayet sıkı kontrol ediyordu. Bu kontrol, çocukluğundaki en belirgin özelliğiydi. Özel başarılı çocuk rolünü üstlenmiş, kendini kitaplarına ve ödevlerine gömmüş, duygusal ilişkilerden –özellikle kızlarla- uzak durmuştu. Son derece ‘ahlaklı-aşırı iffetli, kendini ifade etmeyen, sansürcü –bir çocuktu.

Zaman içinde Freud’un ailede sözü daha çok geçmeye başladı. Kız kardeşlerinin okumalarını ve oyunlarını denetliyordu. Evde müziği yasaklamıştı. Yazılarında Freud, çocukken kendine ait bir odası olduğu izlenimi vermekten hoşlanırdı ama ancak 19 yaşına geldiğinde, aile daha büyük bir eve taşındığı zaman dar uzun bir özel alana sahip olabildi. Bu odada çalışır, uyur ve yemek yerdi.

Gymnasyumda okuduğu yıllarda Freud’ un en iyi arkadaşı Silberstein’ di . Silberstein mezun olduktan sonra evine dönmüş sonradan Leipzig Üni ‘de hukuk okumuştu. Mektuplarla süren oldukça yakın bir arkadaşlıkları vardı. Bu iki adamın zihinlerinde kızlar ve aşk da vardı. O dönemde Freud’un aşık olduğu kız Gisela Fluss du. Fluss’lar Viyana ya taşınmıştı ve aileler görüşüyordu. Ancak Freud ona gerçek bir ilgi göstermedi. Freud biraz utangaçtı, kadınlardan da korkardı, başka bir mektubunda Kadınların yanında kendimi tuhaf hissetmekten hiç kurtulamayacağım diye yazıyordu.

Silberstein’ la olan ilişkisi on yıldan fazla sürdü. Bu ilişkide Freud’ un kendi kendine duygusal bir yakınlık kurmaya izin vermesi için elzem olan bileşenler mevcuttu. Karşısındaki kişi erkekti, uzak bir şehirde yaşıyordu ve iletişimin çoğu mektupla yapılıyordu. Böylece ilişkiyi dile olan hakimiyetiyle kontrol altında tutabiliyordu. Bu örüntü, bir iki yıl sonra Fliess, daha ilerde Carl Jung ve Sandor Ferenczi’yle tekrar edecekti.

Freud Gymnasium’ dan 1873 te mezun oldu. On yedi yaşında 1.68 boyunda, ince, yakışıklı, dalgalı siyah saçları, küçük bıyığıyla gayet bakımlı ve temiz giyimliydi. Viyana Üni’ne yazıldı. O zamanlar bu okul, yükseköğrenimde dünyaca ünlü bir kurum halini almıştı. Önce felsefe ve bilim dersleri aldı sonra tıbbi araştırmalarda çalıştı.

Freud kendisini tıbba çeken iki nedenden söz eder. Birincisi bilimdeki büyük ilerleme vaadiydi ve onun kahramanca çalışmalara katılma arzusuna hitap ediyordu. İkinci etken ise anatomist Carl Brühl tarafından Goethe’ye atfedilerek hazırlanmış bir konferansa katıldığında ortaya çıktı.

Üniversitedeki 3. Yılında Carl Claus’un kıyaslamalı anatomi Enstitüsünde çalışmaya başladı. Daha sonra Ernst Brüche’ nin yanında mikroskopla araştırmalara devam etti. Brücke’ yle özdeşleşmesi, çalışma, bilimsel başarı ve duygusal kontrol ideallerini destekliyordu. Profesörü özlem duyduğu güçlü ve koruyucu babaya dönüşmüştü. Profesörün sert sevgisine mazhardı ve yıllarca onun yanında çalıştı. Brüche’ yi ‘karşılaştığım en büyük otorite’ diye tarif etmişti. Bu fikri hiç değişmedi. 3. Oğluna onun şerefine Ernst adını verdi. Fizyoloji laboratuarında geçirdiği 6 yıldan ise ‘gençliğimin en mutlu yılları’ diye söz etmişti. Freud’ un sonradan kendine mal ettiği delici bakışların bir modeli de Brücke’ nin ‘korkunç mavi gözleriydi’. Kendi arzularını ve korkularını inkar etmekte ona destek olmuştu.

Brücke’nin laboratuarındaki Freud’ la on yıl sonra psikanalizi icat eden adam arasında dağlar kadar fark vardır. İlki kendini nörolojik araştırmalara adamış, dikkatli, pozitivist bir bilim adamıdır. İkincisi, sorunlu insanlarla radikal yöntemler kullanarak çalışan, muazzam duyguların ve kendisinin ki de dahil rüyaların içine dalan birisidir.

Mikroskobuna zincirlenmiş çalışkan öğrenciden ve tam bir bekarlık durumundan Martha Bernays’ a aşık oldu, kendi üzerinde kokain deneyleri yapmaya başladı ve kendisinden büyük, çekici, Ernst Fleischl von Marxow’ la özel bir yakınlık geliştirmişti. Derinlere gömdüğü yönleri gittikçe daha fazla gün ışığına çıkıyordu.

Martha Bernays’ı görür görmez aşık oldu, bir iki hafta geçmeden evlenmek için ona baskı yapmaya başladı. İki ay sonra gizlice nişanlandılar. Sonraları böyle olaylardan söz ederken şunları söylemişti. ‘Fazla önemli olmayan bir karar verirken lehte ve aleyhte her şeyi gözden geçirmeyi faydalı bulmuşumdur. Ama eş yada meslek seçimi gibi hayati konularda, karar bilinç dışından gelir. İçimizde bir yerlerden. Özel hayatımızın önemli kararlarında, sanırım, mizacımızın derinlerindeki ihtiyaçlara göre davranmak en iyisidir.

Martha, Freud’ dan beş yaş küçüktü, yoksulluk eşiğinin kıyısındaki bir aileye mensup ince, solgun bir kadındı. Nişanlandıklarını gizlemelerinin nedeni Freud’ un maddi durumu nedeniyle Martha’ nın annesinin izin vermeyeceğinden korkmalarıydı. İlk 9 ay Viyana’da gezip tozabildiler. Ancak sonra Martha’nın ailesi Hamburg yakınlarındaki Wandsbek’ e geri döndü. Freud evlenemeyecek kadar fakir olduğundan Martha’yla ikisi 3.5 yıl boyunca nişanlı kaldılar, trene binecek para bulamadığından sadece 2 kez nişanlısını görmeye gidebildi. Bu süre zarfında her gün yazıştılar. Freud un romantik Martha imgesi çok çarpıcıydı. Mektuplarının her zamanki giriş cümleleri: Biricik sevgili yavrucuğum…. Güzeller güzeli, tatlı sevgilim…Küçük tatlı kadınım…En kıymetli hazinem’. Bu romantik imge ilk aşka özgüydü. Zira Freud nişanlandığında 26 yaşını geçmişti buna rağmen tecrübesizliği onu 16 yaşında birinin ayarına getiriyordu.

Otobiyografik Bir çalışmada Freud, fizyoloji araştırmalarını bırakıp nasıl tıbbi uygulamaya geçtiğini anlatır: ‘1882 benim için dönüm noktası oldu. Çok büyük saygı duyduğum hocam, maddi durumumun kötülüğünü göz önünde bulundurarak bana teorik kariyerimi bırakmamı şiddetle tavsiye etti: böylece babamın cömert ihtiyatsızlığını da telafi etmiş oldu. Öğüdünü tutup fizyoloji laboratuarından ayrıldım ve hastaneye girdim’. Dese de bu durumun farklı yönleri de vardı. Nöroloji çalışmaları psikolojik sıkıntılarını geçirmek şöyle dursun, anlamasına bile imkan tanımıyordu. Ayrıca lab çalışmaları ona arzuladığı başarıyı ve şöhreti getirecek gibi durmuyordu. Bu dönemde Martha’ya yazdığı mektuplar kadar sonradan çeşitli vesilelerle anlattıkları da mustarip olduğu gayet ciddi psikolojik semptomları açığa çıkartıyordu: seyahat fobisi, mide rahatsızlığı ve migren ağrıları da dahil pek çok endişe göstergesi söz konusuydu. Aynı zamanda ruh halinde ani değişimler oluyor: kendine güvenli, rahat, hevesli olduğu dönemleri, depresyon, şüphe ve değersizlik hisleri takip ediyordu.

Freud’ un hastane eğitimi şimdiki uzmanlık eğitiminin eşdeğeriydi. Cerrahi, dahiliye, dermatoloji, oftalmoloji, psikiyatri ve sinir hastalıkları gibi pek çok bölümde çalıştı. Theodor Meynert’ in psikiyatri kliniğinde de altı aydan fazla kaldı ama orada gördüklerinden yeterince etkilenmedi. Brüche ‘nin laboratuarında karşılaştığı en önemli kişilerden biri Josef Breuer ‘di,  Freud’dan 14 yaş daha büyük, parlak bir araştırmacı bilim adamı ve başarılı bir pratisyen hekimdi. Sonraları histeriklerin tedavisi üzerinde çalışırlarken Breuer şu yorumda bulunacaktı: ‘Freud ‘un zekası çok yükseklerde. Bir tavuğun bir şahine bakması gibi bakıyorum ona’ diyordu. Freud ise kendinden büyük bir erkek ideal arıyordu. Ve Breuer’ in ona sundukları beklediğinden de fazlaydı. Maddi yardım, kişisel bilgi paylaşımı, bilimsel ve mesleki işbirliği. 1881’ den itibaren 6 küsür yıl Breuer her ay parasız Freud’ un geri ödemesini beklemediği bir borç maaş verdi. Genç doktorun çok ihtiyaç duyduğu takdir, destek ve açıklık konularında  cömertti.  Breuer’ le tanıştıktan birkaç yıl sonra Martha’ya yazdığı bir mektupta Freud şöyle demişti: ‘Bil bakalım bir akşam Breuer bana ne dedi…yüzeydeki çekingenliğimin altında son derece cüretkar ve korkusuz bir insan yattığını keşfetmiş.’

Breuer öğüt vermiyor, kendi yolunu bulması, eğilimlerini açığa çıkarması için Freud’ u teşvik ediyordu.  Breuer’ le konuşmak, demişti Freud, ‘güneşte oturmak gibi…ışık ve sıcaklık yayıyor…öyle güneşli bir insan ki bende ne görüyor da bana bu kadar düşünceli davranıyor bilemiyorum..Karşısındakini daima anlayan bir adam’ .

Martha’ya aşık olmak, fizyolojik araştırmalardan tıbbi uygulamaya geçmek ve Breuer’ le yakınlığının artması o yıllarda Freud’ u duygusal sınırlamalarından kurtaran etkenlerdi. Bir diğer etken de kokainle deneyler yapmaya başlamasıydı. Bir ayağı laboratuarda, diğeri duygu ve psikoloji alemindeydi. Bu dönemde kokain kullanmaya başladı. O sırada Martha’ya  yazdığı mektuplarda, depresyonunu ve endişesini azaltacağına inandığı için kokain kullandığını açıkça belirtmişti.

1885’ de Freud nişanlılığının 3. Yılında Paris’te zamanın en ünlü nöroloğu olan Jean Martin Charcot’yla çalışmak için verilen bursa başvurdu. Paris’e bir nöroanatomi öğrencisi olarak gitti, döndüğündeyse nörolojist olarak mıuayenehanesini açtı ve sorunlu insanları tedavi etmeye başladı.

Charcot , Salpetriere Okulunu tümüyle kendi istediği gibi yönetiyordu. Dışardan görünen cazibenin ve görmüş geçirmişliğin altında demir yumruklu bir karakter vardı. Goncourt kardeşler günlüklerinde Charcot ‘u ‘hırslı bir adam, kendinden üstün olanları kıskanır, davetini kabul etmeyenlere muazzam hınçlı davranır. Üniversitede tam bir despottur, hastalara karşı serttir..Bir bilim adamı olarak Charcot dehayla şarlatanın karışımıdır’ diye tarif etmişlerdir. Freud yeni yol göstericisinin içe işleyen bakışlarından oldukça etkilenmişti. Histerinin anlaşılması yolunda Charcot’ nun çok önemli katkıları olmuştur, semptomların psikolojik-travmatik yapısına açıklık getirmiş, ikna edici hipnotik gösteriler yapmıştır.

Freud için Charcot’la çalışmanın en önemli yanı, bilinçdışı zihnin varlığına dair ipuçları elde etmesiydi. Çok sonraları Freud’ un da belirttiği gibi: Charcot’ nun yanındayken beni en çok etkileyen, histeri üzerindeki son araştırmalarıydı, bunların bir kısmını gözlerimin önünde yaptı. Mesela, histerik olguların sahiciliğini ve bazı kanunları olduğunu … erkeklerde histeriye sık sık rastlandığını, hipnotik telkinle histerik felç ve kasılmaların üretildiğini ve böyle yapay belirtilerin en küçük ayrıntısına kadar, travma sonucu kendiliğinden oluşan nöbetlerle aynı özellikleri gösterdiğini kanıtladı.’

Charcot,  Freud’ un hayallerini kurduğu o heybetli figürdü. Hatta kendisine ‘Nevrozların Napolyon’u’ deniyordu. Hiç kimse Jacop Freud’a bu kadar tezat teşkil edemezdi. Freud, Brücke’ye olduğu gibi bu yeni kahramanına da tekinsiz bir görme gücü atfetmişti, rüyasında Brücke’yi yakıcı bakışları ölümü ortadan kaldıran biri olarak görmüştü. Charcot ise hipnotik gözleriyle adeta sihir yaparcasına histeri semptomlarını ortaya çıkarıp yok edebiliyordu. Freud ondan hep saygıyla bahsetti, ilk oğluna onun adını verdi. (Jean Martin)

Freud bir an önce mesleğinde ilerlemek tanınmak yıllardır süren fakirliği yenmek ve Martha’yla evlenebilecek kadar para biriktirmek istiyordu. Bir ay Avusturya ordusunda mecburi hizmete gitti. Bunun üzerine Martha’nın annesi Emmeline ona bir mektup yazıp düğünü ertelemesini istedi. Freud bunu hiç dikkate almadı. Sonunda Martha’yla kıt kazancı ve akrabalardan gelen hediyelerle parayı biriktirebildiler. Uzun nişanlılık artık bitmişti. 15 Eylül’de kıyılan bir Yahudi nikahıyla evlendiler ve 4 odalı bir daire tuttular. Freud, evinde bütün Yahudi adetlerini yasakladı. Bir yıl sonra Breuer’ in karısı onuruna Mathilde adını koyduğu kızları dünyaya geldi. Martha bebeği 1-2 gün emzirdikten sonra bir sütanne tuttular. Freud asla din değiştirmedi. Yahudi olduğunu hiç saklamadı. Aile Noel’ i süslü bir çam ağacı, Paskalya’yı da boyalı yumurtalarla kutlardı. Oğlu Martin bir sinagog’a ilk adımını, evlendiğinde atmıştı. Yine de ailenin çevresinde görüştükleri doktorlar, avukatlar ve bütün arkadaşları ve harekete ilk katılan bütün Psikanalistler Yahudiydi.

1889’ da oğulları Jean Martin doğdu, ondan 14 ay sonra doğan ikinci oğullarına da Freud İngiliz General Oliver Cromwell’den esinlenerek Oliver adını verdi.  Bütün çocuklarında olduğu gibi bazı torunlarının isimlerini de Freud verdi. Hatta Freud 10 yaşındayken küçük kardeşi Alexander’ ın adını koyarak bu işe başlamıştı. 1892’ de doğan 3. Oğluna büyük Brücke onuruna Ernst ismini verdi. İkinci kızı Sophie, Ernst ten bir yıl sonra doğmuştu ona da Freud’ un dostu ve hamisi Paneth in karısının adı verilmişti. 1895’de doğan son çocuğa Freud en sevdiği hastalarından; eski İbranice öğretmeni Samuel Hammerschlag’ ın kızının adı verildi. Oğullarının üçüne de Freud un idolü ve yol göstericisi olan güçlü adamların isimleri verilmişti, üç kızının isimleri ise, ona fakir zamanlarında maddi destek veren ailelerin kadınlarından geliyordu. Martha’ya bu konuda söz hakkı tanınmamıştı. Altı çocuğunun biri bile o yada ailesiyle bağlantılı bir isim taşımıyordu.

Martha’nın kız kardeşi Minna Bernays, son çocukları Anna’ nın doğumundan sonra onların yanına yerleşti ve hayatının sonuna kadar onlarla kaldı. Ablasının aksine entelektüel ve dikbaşlıydı, espriliydi, zekice çıkışlarıyla tanınırdı. Freud dışarıdaki insanların ilgisini çekmeye başlamadan önce planlarını ve teorilerini onunla tartışırdı. Arada bir birlikte İtalya şehirlerine, İsviçre tatil merkezlerine giderlerdi ama muhtemelen-son zamanlarda rivayet edildiği gibi- bir ilişkileri yoktu. Zira böyle bir şey ikisinin de kişiliğine aykırıydı. Freud ailesi sıradan bir hayat sürerdi. Minna, çocuklar, dadıları, yemek ve temizlik işlerini yapan başka hizmetkarlarla birlikte epeyce kalabalıktılar.

Evlilik sevgi ve saygıya dayanan uyumlu bir evliliğe benziyordu. Ama iş sadece dışarıdan öyle görünüyordu. Freud 1908’ de  yazdığı bir denemesinde ‘Çoğu evliliklerin yazgılı olduğu ruhsal hayalkırıklığı ve bedensel yoksunluk çifti evlenmeden önceki vaziyetlerine geri döndürür’ diye belirtmişti. Freud’ un Martha’ya duyduğu cinsel alaka evliliğin ilk yıllarında zayıflamıştı: o tutkulu sarılışlar ve öpüşler bile kaybolmuştu. Martha birlikte yaşadıkları yıllar boyunca Freud’ un varlığının merkezi olan işini ne anladı ne de sempati duydu. Kızları Anna, Martha’ dan söz ederken şunları söylemişti.’ Annem babama inanırdı, psikanalize değil’.

Freud muayenehanesinde, 1887’ nin sonunda hipnoz deneyleri yapmaya başladı. Çok geçmeden hipnotizmanın histerinin sebebini açıklığa kavuşturmadığını fark etti. Bunun üzerine, duygusal boşalma yöntemini kullanmaya başladı. Daha Paris’e gitmeden önce Breuer’ in Bertha Pappenheim’ a (Anna O) uyguladığı bu yöntemi kendisinden dinlemişti. Bertha hipnotik telkine tümüyle kapalıydı. Hastalığın nedenini bulmak ve semptomları ortadan kaldırmak için birlikte çalışıyorlardı. Son derece zeki ve yaratıcı bir kadındı. Psikoterapinin icadına da hakiki katkıları oldu. ‘Konuşma kürü ve baca temizliği’ onun terimleriydi.

Breuer daimi doktor ve terapist olarak Bertha üzerinde yarattığı etkinin niteliğini anlamamıştı. Freud sonradan bu tepkinin ne anlama geldiğini fark edecek ve buna ‘aktarım’ adını verecekti. Breuer,  Bertha Pappenheim’ la 2 yıl ilgilendikten sonra başka psikiyatik vakalarla da karşılaştı ama bir daha asla duygusal boşaltma tedavisini uygulamadı.

Histeri üzerine Çalışmalar‘ın yazılışı sırasında Freud, Breuer’ den uzaklaştı. Freud’ un Breuer’ le bozuşması, Wilhelm Fliess’ le yakınlaşmasıyla aynı zamana denk gelmiştir. Berlin’li meslektaşı sevdiği ve güvendiği kişi olmuş, eski dostuysa nefret nesnesine dönüşmüştü. Breuer’ in Freud’la aynı fikirde olmadığı konulardan biri, cinselliğe aşırı değer biçilmesidir. Diğer farklılık ise Breuer‘in çözülmenin önemine olan inancıydı, buna karşılık Freud ‘savunma nevrozu’nu vurguluyordu, bu sonradan psikanalitik direnç ve bastırma teorisine dönüşecekti.

Freud’ un yetişkin kişiliğinin gelişimde,  Breuer’ le bozuşması önemli bir dönüm noktası olmuştur. O zamana kadar Freud 2 seviyede yaşamıştı. Dışardan bakıldığında Brücke, Charcot ve bir ölçüde Breuer‘in yanında itaatkar, hürmetkar bir yardımcıydı. Ama Histeri Üzerine Çalışmalar’ la birlikte beklemede olan kahraman Freud öne çıkıyordu.  Breuer’ den Fliess’ e geçiş Freud‘un hem teorisyen hem de terapist olarak çalışmalarının takip edeceği yönü belirleyecekti.

Freud ve Fliess’ in dostlukları on yılı aşkın bir süre sürdü.  1890’ larda samimiyetlerinin doruğunda Freud  kişisel hayatının ayrıntılarını Fliess’ e açmış, geliştirdiği teorilerin taslaklarını ve ilk versiyonları hakkında onun fikirlerine güvenmişti . Kendi kendini analiz ettiğini bilen tek kişi Fliess’ di. Sağlık sorunlarında da Fliess’ e güveniyordu.

1896’ da babası Jacob 82 yaşında öldü. O zaman Fliess’ e şu satırları yazdı. ‘Öldüğü zaman hayatı zaten çoktan sona ermişti, ama derinlerde bir yerlerde, bu olay bütün geçmişimi yeniden uyandırdı. Kendimi adeta köklerim sökülmüş gibi hissediyorum’. Birkaç yıl sonra Rüyaların Yorumunun 2. Baskısına yazdığı önsözde babasının ölümünden ‘bir erkeğin hayatındaki en önemli olay, en büyük kayıp’ diye söz edecekti. Freud kendi kendini analiz etmesine Jacob’ un ölümünün neden olduğunu ifade etmişti. Ancak babasının ölümünden hemen önce Freud için son derece önemli olan pek çok kişi ölmüştü. Üniversite 1. Sınıftan beri arkadaşı ve hamisi olan Joseph Paneth, sabahlara kadar birlikte felsefe tartışmaları yaptığı arkadaşı Ernst Fleischl von Marxow, Brücke , Charcot ve belki de en çok etkileyen Breuer’ in kaybıydı.

Bütün bu insanları kaybetmek iç benliğindeki bütün geçmişi yeniden uyandırdı. Freud oldukça ciddi bir kaygı ve depresyondan mustaripti, özel semptomları da ölüm korkusu ve seyahat fobisiydi. Yaşamı boyunca etkisi altında kaldığı suçluluk duyguları içine girmişti.

Freud kendini analize 1896 Ekiminde başladı. Ertesi yıl Mayıs ayında Fliess’ e şunları yazıyordu. ‘Rüya üzerine çalışmaya kendimi mecbur hissediyorum, zira bu konuda kendimden eminim. 1898 şubatına gelindiğinde ‘rüya kitabına iyice gömüldüm, çok rahat yazıyorum, içindeki cüretkar ve sağgörüsüz şeylere nasıl kafa sallanacağını düşünmek de pek hoşuma gidiyor ‘diyordu.

Kitap hakkında Freud ‘Eserlerimin hiçbiri bu kadar benim olmamıştır, benim kendi pislik yığınım, kendi fidanım ‘diyecekti. Belki de bu yüzden kitaba yöneltilen olumlu eleştiriler daha fazla olmasına rağmen olumsuz eleştirilere karşı oldukça hassas bir tavır takınmıştı.

Rüyaların yorumu yayımlandıktan ve kendi kendini analiz büyük ölçüde tamamlandıktan sonra, Freud’ un Fliess’ e yazdığı mektuplarda bazı sorunların ipuçları görünmeye başladı. Mektuplaşmaları sonraki yıllarda seyrekleşmiş, nihayet biseksüellik kavramının kime ait olduğu yolunda öfkeli bir atışmayla sona ermiştir. (Freud’un Fliess’ e duyduğu –biseksüel yada kendi deyimiyle ‘homoseksüel’ sevginin merkez teşkil ettiği ilişkilerinin, biseksüellik üzerine bir kavgayla son bulması oldukça ironiktir.)

PSİKANALİZ HAREKETİ 1899-1905

Freud, Rüyaların yorumu, gündelik hayatın psikopatolojisi ve Dora vakasını tamamladı. 1900’ lerin başında ‘Cinsellik teorisi üzerine üç deneme’ yle birlikte ‘şakalar ve bilinçdışıyla ilişkileri’ adlı kitabını yazdı. İkisi de 1905 ‘de yayımlandı. 1905’ e gelindiğinde, Freud, şöhretini borçlu olduğu psikanalitik fikirlerin çekirdeğini formüle etmişti. İlk çalışma arkadaşı Josef Breuer’ den kurtulmuş, Fliess’ ten ayrılmış, fobisini yenip Roma’ya gitmiş ve profesör olmak için girişimde bulunmuştu. Yeni ufuklar açan yayınları, yüzyıl başından itibaren dikkatleri üzerinde toplamaya başladı. Artık rüyalarını gerçekleştirmeye, uzun zamandır beklediği yandaşlarını karşılamaya hazırdı.

Çalışmalarıyla ilgilenen Wilhelm Stekel,  Max Kahane, Rudolf Reitler ve Alfred Adler’ i Çarşamba akşamları psikanaliz tartışmaları için ofisine gelmeye davet etti. Böylece ‘Çarşamba Cemiyeti’ doğmuş oldu. Hemen hemen hepsi Yahudiydi. Bu dönemde Zürih’ teki dünyaca ünlü Burghölzli Akıl Hastanesi’nin doktorlarından genç psikiyatr Carl Jung’ da Freud’ un çalışmalarına ilgi gösterdi. 1907’ de Toronto da doktorluk yapan Ernest Jones Avrupa’ya geldi ve gruba katıldı.

Aynı yıl Jung vasıtasıyla Abraham A. Brill,  Freud’la temasa geçti. Sonradan Freud ‘u İngilizceye çeviren ilk çevirmen olacaktı ve tabii NewYork’ taki psikanaliz hareketinin lideri. Çalışmalara katılan ilk Macar Budapeşte’de doktorluk yaparken Freud un yayınlarını keşfeden Sandor Ferenczi’ ydi. Uzun yıllar yakın bir sırdaşı ve hareketin sadık bir üyesi olarak kaldı.

Bu grubun üyeleri zeki ve yaratıcı olsalar da Freud bu meseleler üzerine çok daha uzun zamandır çalışıyordu ve malzemeye çok hakimdi. Onu tanıyanların çoğu derinlere nüfüz eden insanın içini okuyan bakışlarından söz etmişti. Freud eski yol göstericilerinin sihirli bakışlarını, Brücke’nin ölümü ortadan kaldıran korkunç mavi gözlerini, Charcot’ un hipnotize eden görsel güçlerini kendine mal etmişti. Bütün bu özellikler, ilk psikanalist olma konumuyla bir araya geliyor ve onu güçlü- bir şahsiyet, hakim bir figür ve doğal bir lider yapıyordu.

1908’ de’ Çarşamba Cemiyetinin’ adı’ Viyana Psikanaliz Cemiyeti’ olarak değiştirildi. Avrupa ve Amerika bağlantılarıyla artık ilk uluslararası toplantı yani kongre için zemin hazırdı. Kongre Nisan ayında Viyana’yla Zürih arasındaki Salzburg’ da toplandı. Bu kongre çok başarılı oldu ve ilk psikanaliz dergisinin kurulmasını sağladı (Editörü Jung olan derginin adı, ‘Jahrbuch für Psychoanalytische und Psychopatholohische Forschungen’di).  Freud’ un takipçileri memleketlerine geri döndüler ve yerel psikanaliz derneklerini kurmaya koyuldular. Bunlar yeni hareketin uç kolları olacaktı. Berlin’de Abraham, Amerika’da Brill ve Jones, Budapeşte’de Ferenczi ve Zürih’te Jung.

Freud yaşamı boyu her sabah saat yedide kalkmış, soğuk duş yapmıştır. Her sabah berberi gelip saçını sakalını özenle düzeltmiştir. Düzenli olarak haftada altı gün, saat tam sekizde ilk hastasını kabul etmiş, her hasta için tam 55  dakika ayırmıştır. Her hastadan sonra kendisine beş dakika dinlenme ve düşünme zamanı tanımıştır. Saat tam 13.00 de aile üyeleriyle birlikte öğle yemeği yemiştir. Ailenin genç üyeleri akşamları erken yattıkları için, öğle yemekleri tüm ailenin bir araya gelebildiği asıl buluşma noktası olmuştur. Freud, öğle yemeğinden sonra kendisine iki saatlik bir öğle tatili zamanı armağan etmiş, bu zaman dilimi içinde, genellikle evinin arka sokaklarında tek başına hazım yürüyüşleri ve küçük alışverişler yapmıştır. Gene bu süre içinde, tütüncü dükkanlarına uğramış, ünlü purolarını almış veya yazılarını düzeltmiştir. Saat tam 15.00 ten 21.00 e kadar yeniden ve aynı şaşmaz düzen içinde hasta kabul etmiş, saat 21.00 de ya da bazen 22.00 de akşam yemeği yemiştir. Günde ortalama 10-13 saat kadar analiz yapmıştır. 65 yaşından sonra, akşamüzeri saat beşte kendisine bir fincan kahve içme lüksünü tanımıştır. Akşam yemeklerinde ailenin yetişkinleri ile bir araya gelmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

Kaynakça:

  1. Freud, Louis Breger-Yapı Kredi Yayınları
  2. Freud, D.M. Thomas-
  3. Yaşamım ve Psikanaliz, Sigmund Freud- Say Yayınları
  4. Bilimsel Bir Peri Masalı, Serol Teber- Okyanus Yayınları